Haber

Tolga Şardan, ÇGD’nin “Gazeteciliğe Gelince: Adalet, Demokrasi, Laiklik” Panelinde: “Mesleği çok ciddi bir baskı sarmalı altında sürdürüyoruz”

Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD) “Gazetecilik Söz konusu olduğunda: Adalet, Demokrasi, Laiklik” panelinde konuşan gazeteci Tolga Şardan, “Kaynakları korumakta eskisinden daha fazla zorluk çektiğimi görüyorum. Kaynağı koruduk. , cezaevine girdim. Kaynağı korumasaydım belki cezaevine girmezdim ama bu da meslekte bize yardımcı oluyor.” “Öğretilen bir şey, kaynağı korumak önemli. Çok ciddi bir baskı sarmalı altında mesleğimizi sürdürüyoruz. Bu sorun nasıl çözülebilir? Belki geçen yılki seçimlerde iktidar değişseydi nefes alabilirdik. biraz” dedi.

Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD) 31. Adalet ve Demokrasi Haftası kapsamında düzenlediği “Gazeteciliğe Gelince: Adalet, Demokrasi, Laiklik” paneli Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirildi. Panelde konuşmacı olarak; Gazeteci Tolga Şardan, akademisyen Davet Kaderoğlu Bulut ve gazeteci Mustafa Mert Bildircin’in katıldığı panelin moderatörlüğünü ÇGD Başkanı Kıvanç El yaptı.

Tolga Şardan panelde şunları söyledi:

“Buraya kısmen pozisyonumun prestijinden dolayı geldim. TCK 217’de yer alan bilgilendirme kanunu yürürlüğe girdikten sonra benden önceki meslektaşlarımız, bilişimin en önemli araçlarından biri olan dezenformasyon kanunu çerçevesinde soruşturmaya tabi tutuldular. Haber ve gazetecilik konusunda mevcut hükümet, haklarında da soruşturmalar yapılıyordu, yani yargılamalar sürüyordu, ama tutuklanan ilk gazeteci bendim, güya başka bir görevim vardı, o yüzden bu akşam sizlerleyiz.

Mesleğe başladığımda tek parti iktidarının sonu gelmişti. Profesyonel kariyerimin en değerli dönemlerini koalisyon hükümetleri döneminde geçirdim. Büyüklerimiz daha önce tek parti iktidarlarında gazeteci olarak çalışmışlardı ama koalisyonlarda gazeteci olduğum için biraz zorlandığımı düşünüyordum. Çünkü koalisyondaki siyasi partilerin birbirlerine zarar vermemek için bilgiye ulaşması çok daha zordu. Özellikle çalıştığım alanda güvenlik üzerine çalışıyorum. Polis adliye muhabiri olarak çalıştım ve hala bu görevi sürdürüyorum. Bilgiye ulaşmak kolaydı ama bilgiyi kullanmak zordu. Belki tek parti iktidarında gazetecilik daha rahat olur, bürokratlar arkaları daha sağlam temellere dayansa daha rahat olur, bilgiye ulaşmamız, kullanmamız ve işlememiz daha kolay olur diye çok iyi niyetle düşündüm. bilgi. Fazla pembe olduğunu düşündüm. Dolayısıyla maalesef özellikle 2010 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle birlikte bunun çok kötü örneklerini yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.

“ÇOK CİDDİ BASKI SARMALI ALTINDA MESLEĞİMİZİ YÜRÜTÜYORUZ.”

Son dönemde bilgiye ulaşmakta pek zorluk yaşamıyoruz. Bilgiyi işleyip haber haline getirip üretime verdikten sonra okuyucuya aktarmada büyük zorluklar yaşanmaktadır. Bazı medyada içeriğin prestijinde sorun yaşanıyor, bazı haberlerde ise kaynağın korunması çok önemli hale geliyor. Ne yazık ki mevcut sistemde bilginin doğru mu yanlış mı olduğundan ziyade bu habere ilişkin bilginin nereden geldiğine dair geriye dönük araştırma yapılması haber kaynaklarında ister istemez alarma neden oluyor. Kaynakları korumakta eskisinden daha fazla zorluk çektiğimi görüyorum. Kaynağı koruduk ve ben hapse girdim. Kaynağı korumasaydım belki hapse girmezdim ama meslekte bize öğretilen bir şey bu, kaynağın korunması önemli. Çok ciddi bir baskı sarmalı altında mesleğimizi sürdürüyoruz. Bu sorun nasıl çözülebilir? Belki geçen seneki seçimlerde siyasi iktidar değişseydi biraz nefes alabilirdik.

MUHALEFET MEDYALARI VE YÖNETİM MEDYALARI DİYE BİR KAVRAM OLUŞTURULDU. “BU KAVRAM, KENDİ MESLEKTAŞLARIMIZ ARASINDA YAVAŞÇA KUTUPLAŞMAYA DOĞRU GİDİYOR.”

Muhalefet medyası, iktidar medyası diye bir kavram ortaya çıktı. Bu kavram yavaş yavaş meslektaşlarımız arasında kutuplaşmaya doğru gidiyor. Daha önceki yıllarda, özellikle de bu kutuplaşmanın olmadığı yıllarda; Hayata hangi açıdan bakarsa baksın, arkadaşlarımız ve meslektaşlarımız en azından bir miktar birlik gösterdiler. sergiliyorduk. Haber kaynaklarında ya da habere erişimde sorun yaşandığında hep birlikte direnç gösterebiliyorduk. Maalesef artık öyle bir şey yok. Sahiplik ve yönetim açısından kendi meslektaşlarımızı muhalif medya veya iktidara yakın medya çerçevesine yerleştirdik. Bu mesleğimiz açısından en değerli erozyonlardan biridir.

Bugün gelinen noktada iktidarın alternatif medya olarak tanımladığı haber kanalları neredeyse ana akım haline geldi. Daha önce ana akım olan medya kuruluşlarının çoğunun artık çizgiden çıktığını ya da dikkate alınmadığını, eskisi kadar prestijli olmadığını görüyoruz. Bu durum meslektaşlarımızın yani muhalif medyanın önünü açacak bir fırsat olabilir ama muhalif ya da iktidar yanlısı görünmek yerine gazeteciler olarak bir arada durmamız gerektiğini düşünüyorum. Meslekteki erozyonun önüne ancak bu şekilde geçebiliriz.

Haberlerde veya adil haberlerde adalet artık bir çelişki haline geldi. Önceki yıllarda haber ya da bilgi aldığımızda gazetecilik kuralı olarak bunu en az iki ya da üç kaynaktan teyit ettirmek zorunluluğu olmasa da mesleki bir uygulama vardı. Ancak mevcut bilgiler artık çok kritik veya kaynaklara erişemiyorsunuz. Bazen elçiler olarak riski kendi üzerimize alırız. Evet, işin doğası gereği bu ama kamu kurumlarıyla temaslardan veya onlardan gelen geri dönüşlerden, bilgi alındıktan sonra bunun teyit edilmesi konusunda yeterli bir yanıt alındığını düşünmüyorum. Bu bizim için bir handikap, haberde adalet artık konuşulmayacak noktaya geldi çünkü ne adil haber var ne de adalet unsurunu doğrudan habere yansıtabiliyoruz. Kamuoyunu bilgilendirmek yerine algı sistemi üzerinden hareket etmek, böyle bir habercilik yöntemi uygulamak haberlerimizde ne kadar adil olduğumuzu sorgulatıyor ki bence çok doğru bir durum.

Bu noktada akademinin takviyeye ihtiyacı var, mesleki kurum ve kuruluşlarımızın bu noktada biraz daha çalışması gerekiyor. Gazeteciliğin içindeki bu ahlakı, bu adalet sistemini biraz daha düşünmemiz gerekiyor çünkü bu mesleğin devamını sağlayacak genç kardeşlerimiz var. “Genç kardeşlerimize altyapı oluşturmak, çalışma alanı açmak için bunu yapmamız gerekiyor.”

Gazeteci Mustafa Mert Bildircin:

“TÜRKİYE’DE 2023 YILINDA 479 LAİKLİK İHLALİ YAŞANDI”

“2023 yılında Türkiye’de bizzat hükümet ve kamu kurumları tarafından 479 laiklik ihlali yaşandı. Bugün bu, laikliğin en az bir kez hükümet tarafından hedef alındığını gösteriyor. Alan körlüğü diye bir tanım var. Bir süre sonra bunları yazarken , muhtemelen hiçbir şeyden bahsetmiyor, Yazmaya devam ediyoruz ama aklımızda taze bir örnek var: ÇEDES Projesi, ÇEDES Projesi yeterince vurgulanmadı sanırım, hatta ilk imzalandığında göndermişler. Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Bakanlığı ve Aile Bakanlığı arasında gazetecilere yönelik bir taslak program ve aslında açık kaynaklardan izlenebilen bir programdı.Programa göre hayata geçirilmesi planlanan 120 madde vardı ÇEDES Projesi kapsamında çevre projesi olarak başlatılan ancak bu 120 maddenin 100’ü şöyleydi: Çocukların camiye götürülmesi, imamların çocuklara ödevlerinde yardım etmesi, hafta sonları çocukların Kur’an kursuna götürülmesi.

“GAZETECİ HABERİN YAZILMASINDAN SONRA HALKIN TEPKİSİNİ BEKLİYOR”

Bunu benimle birlikte birçok meslektaşım da bildirdi. Ancak kamuoyunun gereken tepkiyi vermemesi üzerine bugün bu proje kapsamında yeni bir başvuru yapıldı. Diyanet görevlileri, velilerin isteği üzerine evlere gidecek, çocuklarla oyun oynayacak, ödevlerini yapacak. Bu açıdan bakıldığında çok anlamsız bir proje. Bu projenin amacının ne olabileceğini net olarak açıklayamıyorlar. Sorduğunuzda cevap vermedikleri gibi, sizi de din düşmanı ilan ediyorlar. Bu haberler kamu yararına yazılmaktadır. Doğal olarak bir gazeteci bu haberi yazdıktan sonra kamuoyunun tepkisini bekliyor.

“EĞİTİMDE TEK BİR TAŞ KALKINSA BİLE BİR NESİL DOMİNO ETKİSİ İLE ETKİLENİR”

Ne yazık ki laiklik ihlalleriyle ilgili çıkan 479 haberin çoğu eğitim alanındaki laiklik ihlalleriyle ilgili. Elbette yargıda ya da toplumun en temel alanlarında laiklik ihlal ediliyor, cumhuriyet iktidar ve kullandığı aygıtlar tarafından hedef alınıyor ama eğitimin bu anlamda en değerli alan olduğunu düşünüyorum çünkü tek bir taş bile atılsa Eğitimde hareket eden bir nesil bundan domino etkisi ile etkileniyor. Dolayısıyla bu haberler yapılırken okuyup geçiyoruz, muhtemelen oturduğumuz yerden tepki veriyoruz ama daha ciddi bir tepki verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

Çağrı Kaderoğlu Bulut şunları söyledi:

“Gazetecilerle ilgili elbette çok soru var ama üç önemli kategoriyi bulmak mümkün. Birincisi gazetecilerin çalışma koşulları. Çalışma koşullarıyla ilgili duruma baktığımızda çok düşük ücretlerle çalışıyorlar ki bu da çok düşük fiyatlara çalışıyor. şaşırtıcı değil. Ama işin şaşırtıcı tarafı, gazeteciler ortalamanın altında fiyatlara çalışıyor. Çoğu, ama yüzde 70’ten fazlası, asgari ücret seviyesinde ya da asgari fiyatın biraz üzerinde fiyatlarla çalışıyor. Bence en iyisi bu. Çarpıcı bir şey, çünkü bu kadar düşük ücretlerle çalışan, bu kadar güvencesiz bir alanda çalışan gazeteciler düşünce ve ifade özgürlüklerinde zorlanıyorlar, maalesef bu onların kırılgan olmamalarının ve kendilerini gösterebilmelerinin önündeki en büyük nesnel engellerden biri. gerektiğinde irade ve direnç.

“10 GAZETECİDEN SADECE 4’Ü KENDİ İŞ SİGORTASIYLA SİGORTALI OLABİLİR.”

Bir diğeri ise bu kadar düşük fiyatlara paralel olarak inanılmaz uzun saatler çalıştırılıyor olmaları. Şu anda gazetecilikte yaklaşık 9-12 saatlik çalışma saatleri tesis edilmiş durumda. Normalde yasal çalışma saatleri 8 saatle sınırlıyken, gazeteciler artık 9-12 saat arasında çalışıyor. Önemli bir kısmı sigortasız çalışıyor. Bunların önemli bir kısmı basın iş sigortası kapsamı dışında çalışmaktadır. 212’de çalışan gazeteci sayısı ise yüzde 40-42 civarında. Her 10 gazeteciden sadece 4’ü kendi iş sigortasıyla sigortalanabiliyor.

Geçmişte gazetecilik daha kurumsal formlarla yapılıyordu. Belli gazetecilik kurumlarında yapıldı. Gelinen noktada hem bu siyasi gücün merkezi medyayı dağıtması, hem de bu teknolojilerin yeni kanallar açmasıyla birlikte, günümüzde gazeteciler kurumlardan çok daha fazla yeni medya kanallarından haber yapıyor. Ama bundan da öte gazeteciler kendi portallarını kurmaya başlıyor. Bir adım daha var, gazeteciler tek başına sosyal medyada haber yapmaya çalışıyor. Bu süreç hem mesleğin kodlarının, kurallarının ve kalıcılığının korunması açısından oldukça yorucu, hem de gazetecilik kültürünün yeniden üretilmesi ve aktarılması açısından oldukça zorlu ve üzerinde düşünülmesi gereken bir alandır.

“HÜKÜMETİN MEDYA ÜZERİNDEKİ ETKİSİ HER GEÇEN GÜN DERİNLEŞİYOR.”

Şu anda hükümet yalnızca medyanın içeriğini dönüştürmüyor. Sadece medyanın kurumsal yapısını değil, aynı zamanda medyanın doğrudan ofislerini de dönüştürüyor. Mesela bugün havuz medyası olarak bildiğimiz kurumlarda, önceden ne kadar havuz medyası olursa olsun, işçi olan ve mesleğine inanan gazetecilere rastlamak mümkündü. Ancak özellikle son yıllarda illerden getirdikleri kadrolarla bürolara yeni gazetecileri de eklediklerini görmek mümkün. İddia edebileceğiniz gibi gelenlerin çoğu gazeteci değil. Yerel il ağları ve yerel organizasyon bağlarıyla gelip, yaygın bir havuz medyasının Ankara ofisine gazeteci olarak yerleşebilirler. Dolayısıyla iktidarın medyaya nüfuzu her geçen gün derinleşiyor.

GAZETECİLER, ‘YAPTIKLARI HABERLER ZATEN SANSÜRLENECEK’ DÜŞÜNCESİYLE HABER YAPMAKTAN VAZGEÇTİKLERİNİ SÖYLÜYOR.”

Bu kadar baskıya ve bu kadar sistemli bir dönüşüm stratejisine bağlı olarak; sansür ve otosansür mekanizmaları oldukça arttı. Ne yazık ki sansür, özellikle bizim gibi bir ülkede çok da yadırgadığımız bir şey değildi. Ancak bugün her zamankinden daha fazla arttı; kaynaklara ulaşmaktan, size bilgi veren kaynaklarınıza, o bilgiyi doğrulamaktan, yayınlamaya kadar hemen her aşamada doğrudan ya da dolaylı, açık ya da örtülü sansür ve otosansür süreci ne yazık ki işliyor. Her 4 gazeteciden 3’ü işini özgürce yapamadığını söylerken, yarıdan fazlası da ‘yazacakları haberler zaten sansürlenecek’ düşüncesiyle haber yapmaktan vazgeçtiklerini söylüyor. Gazeteciler için oldukça yorucu bir süreç. Mesleki deformasyon mesleki itibarı zedeleyen bir süreç olarak yaşanmaktadır. Dezenformasyon yasası gibi resmi yasal süreçler gazetecileri kısıtlamak ve kısıtlamak için yaygın olarak kullanılıyor.

Mesleğin değersizleşmesine yol açan bir diğer unsur; Medyanın çoğunda haber yok. Gazeteciler işlerini yapamadıkları sürece gazetecilik faaliyeti sadece transfer işine dönüşüyor. O transferin bile gazeteciler tarafından yapılmasına izin verilmeyen bir çağda yaşıyoruz. Çoğunlukla bakanlıklardan, İletişim Başkanlığından, haber almak istediğiniz tüm siyasi kurumlardan ve basın birimlerinden mesajlar aldığınız, dışarı çıktığınızda sıklıkla ‘hayır’ denilerek sorguya çekildiğiniz bir süreçten geçiyoruz. , bu neden böyle oldu?’

Günlük yaşamları da oldukça sıkışık, tüm ülke gibi önemli bir kısmı da borç içinde. Çok zor şartlarda, çok düşük fiyatlara çalıştıkları göz önüne alındığında borçlanma pek de şaşırtıcı değil. Ancak bu borçlanmanın ve bu sıkışık koşullarda yaşamanın profesyonel bir etkisi var. Gazetecilerin kendilerini yeniden üretmeye, geliştirmeye, mesleğin gerektirdiği entelektüel, politik ve sosyal donanıma sahip olmaya, yaptıkları işi yeniden anlamlandırmaya yetecek zamanları, paraları, imkanları ve siyasi desteği yok.

Yine de gazetecilerin imkanları çok olsa bu mesleği yapmaya devam edeceklerini söylediler. Örgütlenmenin olmadığı yerlerde gazeteciler ya bireysel kahramanlara dönüşebilir ya da büyük bedeller ödeyebilirler. Ya da ne yazık ki çok kırılgan olan her şeye boyun eğmek zorunda kalan, dolayısıyla kendilerine, mesleğine, topluma saygısı olmayan meslektaşlara dönüşüyorlar. Her ikisine de düşmeden kurtuluş olmaz mottosunu hatırlayarak bu şekilde bitirmek isterim. Cumhuriyetin 100. yılındayız, Cumhuriyetsiz laiklik olmaz, laikliksiz cumhuriyet olmaz. “Bu mekanizmayı sağlayacak, laiklikle cumhuriyet arasındaki vatandaşlık mekanizmasını kuracak olan gazeteciliğin ta kendisidir.”

elbistan-ajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu